Çileli bir tarih, kimseye şiddet uygulama ayrıcalığı bahşetmez

Yakov Rabkin
27/07/2014
Agos

Yetmiş yıl önce Nazi makinası tarafından yapılan endüstrileşmiş katliamlar, hafızalarımızda yer bulmaya devam ediyor. Bu trajedi, gelecek için çıkarılacak önemli derslerin kaynağı olmayı sürdürüyor. Bu soykırım, Yahudiler gibi Yahudi olmayanlar arasında da Siyonizm’e destek dalgası yaratmıştı. Siyonist hareket, bu hassasiyeti ve kahredici ihtiyacı, soykırımdan kurtulan ve vatanlarına dönemeyen veya dönmeyen binlerce insan için bir sığınak sağlamak amacıyla, İsrail devletini kurmak adına güçlü bir siyasi araç olarak kullandı.

Birçoklarının artık silahsız bir Yahudi’nin ölü bir Yahudi olduğuna inanması, şaşırtıcı değildi. Hayatta kalmak için, güçlü olmalı ve bir ülkeye, dolayısıyla bir orduya sahip olmalıydılar. Etnik dayanışma temelinde yükselen bir devletin, liberal ve çoğulcu toplumlardan daha iyi ve güvenli bir gelecek sunacağı düşünülüyordu.

Yahudilerin çoğu ise bu inanışı reddediyor. ABD’deki Yahudiler, retorikleri ne olursa olsun, kendilerini besleyen ve faydalandıkları liberal toplumu benimsemeye devam ediyor. Çok küçük bir kısmı, İsrail’e göç etmeyi tercih ederken, bu sayının birkaç katından daha fazla İsrailli, ABD’de yaşıyor. Berlin, Avrupa’nın en büyük İsrailli nüfusunu barındıran şehir haline gelirken, rekor sayıda İsrailli, Alman pasaportu almak için başvuru yapıyor.

Nazilerden kaçarak ABD’ye sığınan Almanyalı Yahudi Hannah Arendt, ölümcül ahlaksızlığın bir ulus veya ideolojiyle sınırlandırılamayacağına vurgu yapmıştı. Birkaç meşhur Almanyalı Yahudi de, Nazi Soykırımı tarihinden benzer dersler çıkarmıştı. Arendt’in yanı sıra teolog Martin Buber, filozof Ernst Simon ve fizikçi Albert Einstein, dışlayıcı Yahudi milliyetçiliğinin içkin tehlikesine karşı uyarılarını dillendirmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, Filistin’in tüm yerlileri, Araplar ve Yahudiler için ortak bir devlet fikrini desteklemişlerdi.

Fakat Siyonist hareketi domine edenler, Filistin’in yerlisi olan yaklaşık 800 bin Arap’ı mülteci haline getirerek ve onlardan kalan ‘boş’ topraklarda Yahudiler için bir devlet yaratarak, yukarıda bahsettiğim Yahudilerin eşitlikçi umutlarını yerle bir eden başarılı bir askeri mücadele yürüttüler. Ve Kutsal Topraklar, kesintisiz bir çatışmaya bulaştırıldı.

Bu sonuç, şaşırtıcı değildi. 1948 Savaşı sona ermeden önce, Arendt, daimi bir askeri güce dayanan etnik temelli bir devlet inşa etmenin tehlikelerini öngörmüştü: “Ve eğer Yahudiler bu savaşı kazansa bile, (…) ‘muzaffer’ Yahudiler, kendilerine tamamen düşman olan Arap nüfusu tarafından kuşatılmış, her daim tehdit altındaki sınırların içinde tecrit edilmiş, fiziksel olarak kendilerini savunma hissi tarafından tüketilmiş halde yaşayacaklar… Ve tüm bunlar, daha kaç tane göçmeni barındıracağına ve sınırlarını daha ne kadar genişleteceğine bakılmaksızın, düşman komşularının yine de sayıca çok daha fazla olacağı çok küçük bir halk olarak kalan bir ulusun kaderi haline gelecek”.

Yazılmasının üzerinden geçen yaklaşık yetmiş yıla rağmen bu kelimeler, keskinliğinden hiçbir şey kaybetmediler. Ve İsrail’in eziciliği, ona barışı getiremedi.

İsrail’in özellikle sivillere yönelen askeri eylemleri, hem İsrail’deki hem diasporadaki Yahudileri sıkıntıya ve tehlikeye soktu. Birçok insan, Siyonist hareket yüz yıl önce Doğu Avrupalı ladini Yahudi entelektüeller tarafından başlatıldığında, Yahudilerin çoğunun Siyonizm’i reddettiğini unuttu. Filistin üzerine Siyonist iddianın çelişkisini, İsrailli filozof Amnon Raz-Krakotzkin çok güzel özetler: “Tanrı yoktur, fakat bize bu toprakları O verdi”.

Birçok ileri gelen ruhani liderin Siyonizm’de Yahudi geleneğinden radikal bir kopuş tehlikesi gördüğüne şüphe yok ve bu ruhaniler, Yahudiliğin dini kavramlarının Siyonistler tarafından siyasi olarak suiistimal edilmesine karşı çıkmıştı. Siyaset bilimci Shlomo Avineri, Yahudi geleneğinin “İsrail topraklarıyla yakın ilişkisi”ni Siyonizm’le bağdaştırmayı “adi, konformist ve af dileyen” bir tavır olarak görür.

Siyonizm, yüzlerce yıllık Kutsal Topraklar özleminin mantıksal bir sonucu değil; Yahudilik geleneğine ve dinine karşı bir başkaldırıdır. Tanah[1], şiddetli tasvirlerle dolup taşarken, kitapta bahsedilen zaferlerin esas etmeninin Yahudilik geleneğinin Tanrı’ya bağlılığı olduğu söylenir, askeri cesaretin değil.

Siyonizm, ideolojisi ve pratiğinde, anti-Semitizm unsurlarını bir araya getirir. Gerçekten, ülkelerini Yahudilerden arındırmak isteyen anti-Semitler, Siyonizm’in doğal müttefikleri olagelmiştir ve bunu ilk kabul eden bu ideolojinin kurucusu olan Theodor Herzl’dir. Dinine bağlı olsun ya da olmasın birçok Yahudi, Yahudi ahlakının değerleri ve temel insani anlayış anlamında, Siyonist devletin meşruiyeti olduğunu reddetmekte ve bazılarının Siyonizm’in doğuşuna katkıda bulunduğu trajedileri ve soykırımı, İsrail’in siyasi amaçları için kullanmasını öfkeyle protesto etmekte. Birçok Yahudi, İsrail’in kendine haklı mağdur süsü verme tavrını kabul etmiyor. En ilkeli itiraz da Kudüs ve New York’ta bulunan belirli Hasid[2] gruplardan gelmeye devam ediyor. İsrail’in hâlihazırdaki Gazze saldırıları boyunca, bu Yahudiler dünyanın çeşitli şehirlerinde gösteriler düzenlediler ve “İsrail’in savaşının Yahudilerin savaşı olmadığını” vurguladılar.

İsrail’i bir Yahudi veya İbrani devleti olarak tanımlamanın tehlikeli ve yanlış olduğu konusunda ısrarcılar. Bu tanımlama, İsrail’i Yahudilik üzerinden meşrulaştıran Siyonist miti ebedileştiriyor. Birçok Yahudi düşünür, Siyonist devletin günahkâr doğduğuna, asla tövbe etmediğine ve Yahudi değerleri anlamında hiçbir meşruiyeti olmadığına inanıyor.

Amerikan muhafazakârları, ABD’nin bölgedeki büyük stratejik varlığı olan İsrail’i desteklemek için Yahudilere bel bağlanamayacağını anladılar. Dünyadaki Yahudilerin toplamından çok daha fazla sayıdaki Evangelist Hıristiyanlar, İsrail’in en sadık müttefiki haline geldiler. Beyaz Saray ve birçok diğer ülkenin yönetimindeki etkileri azalmakta. Batı Şeria’daki Siyonist yerleşimciler arasındaki en uzlaşmaz gruplar içinse onların siyasi ve finansal desteği, hayati önem taşıyor. ABD’de son dönemde yapılan bir ankette, katılımcılara Tanrı’nın Yahudilere Kutsal Toprakları verdiğine inanıp inanmadıkları sorulmuştu. Anket sonucuna göre, beyaz Protestan Hıristiyanların %82’si buna inanırken, bu oran Yahudiler arasında sadece %48.

İsrail’in tavrı, liberal demokrasiye inanan birçok ileri gelen Yahudi’nin de içinde bulunduğu grubun Nazizm tarihinden çıkardığı dersleri hiçe sayıyor. Fakat bu insanlar, eşitlik temelinde kurulacak çoğulcu bir demokrasinin inşa edilmesi gerektiğine inanıyor. İsrail’de zafer kazanan Siyonizm, Martin Buber’e yakın olan kapsayıcı ve ruhani düşünce değil. Bu Siyonizm, Vladimir Jabotinsky tarafından geliştirilen dışlayıcı kindar Siyonizm’dir. Bugünkü İsrail hükümeti, Einstein ve Arendt’in açıkça faşist dediği Menahem Begin’in yolundadır.

Çileli bir tarih, kimseye şiddet uygulama ayrıcalığı bahşetmez. İsrail’in mütemadiyen uyguladığı şiddet, devletin Nazi Soykırımı’ndan geriye kalanların ve Yahudilerin kolektif temsilcisi olduğu dair hatalı iddiasıyla ilişkilendiriliyor. Bölgeye barışın gelmesine yardımcı olmak için, artık İsrail’e Nazi Soykırımı’nın kolektif mağduru gibi davranılmamalıdır. İsrail’i de dünyadaki herhangi bir ülkeye yaptığımız gibi kendi faziletleriyle değerlendirmeliyiz.

[1] Tevrat ve Zebur’u da kapsayan, Yahudiliğin kutsal kitabı.

[2] 18. yüzyıl Rusyası’nda başlayan mistik Yahudi yenilenme hareketinin takipçileri.

Articles Récents

Tous les articles
Çileli bir tarih, kimseye şiddet uygulama ayrıcalığı bahşetmez